13 Şubat 2015 Cuma

Paris'ten Kartpostallar


Dünyanın en güzel kartpostalları, defterleri, doğumgünü kartları, renkli menkli sayfaları burada; Paris’te. Hem de sadece bir yerde, ufacık bi dükkanda değil. Pekçok caddede, köşebaşında, arasokakta. Rengarenk, resimli çizimli… Asla bakmaktan bıkmayacağınız, saatlerce dolaşabileceğiniz librarie’lerden bahsediyorum. Bugün tam olarak başıma gelen şeyden.

Bir otobüse atlayıp Paris Opera binasıyla tanışmaya gittim.  Beklediğim gibi görkemli, hayrete düşüren bir binaydı ‘Academie Nationale de Musique’. Gülümsemelerle süslü merhaba fotoğraflarının ardından yolumu Louvre’a çevirdim. İyi ki de çevirmişim.

Geldiğimden beri bir librarie’ye uğrayıp dakikalarca renkli defter ve kartpostal raflarını incelemediğim bi gün bile geçirmedim sanırım. Boulevard Saint-Germain'de, Le Marais'de, L'Auteuil'de onlarca kitapçı. Her seferinde bu şehir beni daha fazla şaşırtamaz, bundan daha iyisini yapmış olamazlar dedikçe yepyeni süprizlerle kucaklanıyorum.  İşte bugün Avenue de l’Opéra üstünde öylesine girdiğim librarie de günümün sürprizi oldu. Gözlerim raflarda kaldı, kartpostallar aklımdan saatlerce çıkmadı. Öylesine büyük bir kitapçıydı ki odalarca renkli kağıt, defter, kart vardı. Doğumgünü kartları, yıldönümü kartları, kartpostallar… Hepsinin Eyfel’lisi, yok beğenmezseniz Arc de Triomphe’lusu, renklisi, siyah beyazı… İnanılmazdı. Kazara bir karamel kazanına düşmek gibi tatlıydı.

Bunca kağıt aşkı, mektup yazma, kart atma sevgisi Fransa’nın içselleştirdiği edebi kültürden kaynaklı elbet. Balzac’lar, Rousseau’lar doğuran bi kültürden, Voltaire’ler, Stendhal’lerden, eski ve yerleşik bir algıdan bahsediyoruz. Kağıdı defteri sevmeleri pek doğal. Ama bugün bunu ticarileştirmiş, binbir renge bürümüş olmalarını takdir ediyorum açıkça. Baya baya renk aşkıyla takdir ediyorum. 

Hala birbirine kart atan insanlar, bugünkü sevgi dolu düşüncelerimde sizler varsınız. Hala postakutusunda bir kart, bir mektup görünce benim gibi havaya uçanlardan mısınız? Böyle vintage hevesler insanı antika yapmaz ki. Hem itiraf edin diğerleri; ne zaman bizden bir kart alsanız sizin de yüzünüze kocaman bir gülümseme oturmuyor mu? Sevgiyi postalamanın nesi kötü ki zaten?


‘Des couleurs, des couleurs, encore des couleurs...’


8 Şubat 2015 Pazar

Kürklü geceler


Bi gece bi canınızıniçini arar, atlar yanına gider, parizyen bi geceye başlarsınız. İki kız Fransız kıyafetlerine bürünür Paris tadımına çıkarsınız bi gece. Önce serin havayla büyülenirsiniz. Işıklar hem göz kamaştırır hem baş döndürür. Yüzlerde koca gülümsemeler gecenin planı bellidir : Şarap, en kırmızısından.

L’Avenue’ye atarsınız kendinizi. Dışarıda bi masada oturulur, en güzelinden bi şişe şarap söylenir. Kahkahalar keyifler…  Saatler birbirini kovalar. Arkanızda Eyfel’in tepesinden süzülen ışık, Paris gecesinin soğuğu hissedilmez bile.

Orada ne kadar oturuldu, neler neler konuşuldu söylendi, ne insanlar ne anlar akıllara geldi bilinmez. İçlerde sıcacık bi dostluk, üstlerde sıcacık kürkler keyifle ayrılınır mekandan. Normal şartlarda uyku saatidir belki ama böyle geceler de, hele de Paris’teyseniz, gece yeni başlamıştır.

Yeni durak bellidir: Grands Boulevards. Burada ilk kez bulunan benim gibiler once etraflarında tam bi tur atarlar 360 derece. Sonra bi tur daha, bi tur daha… Işıklar ve mimari bir olup başınızı döndürene kadar. Bu şehre bi de gece aşık olana kadar.

Barlara uğranır, mekanlara girilir çıkılır, müzikler danslar tanıdık yüzler…  Keyifli saatler dolup yorgunluk başlayınca eve dönmek üzere taksiye atlanır. Gecenin sonunda iki dost birbirine sımsıkı sarılırlar. Aslında bilmeden Paris’I kucaklamaktadırlar. Fark etmeden daha da çok severler şehri. Burada olmayı, mutlu olmayı, birlikte mutluluğu severler. Paris’i severler.


‘Bonne nuit mademoiselle’


7 Şubat 2015 Cumartesi

Günler münler



İlk hafta bitti bile. Hem dolu hem boş geçti, hem hızlı hem yavaş. Bazen üzüldüm, özledim; bazen azım açık bakakaldım.

Artık çoğu merkezi şeyin yerini biliyorum. Eyfel’le uzaktan bir münasebetimiz vardı zaten. Geçen günlerde birebir tanışma fırsatı bulduk. Arkadaşı Arc de Triomphe’la da tanıştırdı beni. İkisi de pek heybetli doğrusu. Simgeselliklerinden ve şan şöhretlerinden bahsetmiyorum bile.  Gitmişken Şanzelize’yi de bir geziverdim elbet.

Okulumun binalarını da öğrendim sonunda. Boulevard Saint-Germain benden soruluyor artık. Mağazaları geziyor, yeni mekanlar deniyorum boş zamanlarımda. Hoşuma giden yerleri de paylaşacağım sizlerle zamanla. O yüzden keep reading guys.

‘Au revoir’


4 Şubat 2015 Çarşamba

Paris’e yolculuk


Kolay olmadı kurulu düzeni bırakmak; arkadaşları, sevdicekleri özlemeyi kabullenmek. Ama Paris afyon bir nevi. Kendinizi çok yalnız hissedince çıkıp yürümeye başlıyorsunuz; yürüdükçe düşünüyorsunuz, hayran kalıyorsunuz; düşünüp hayranlıkla bakarken unutuyorsunuz özlemi, acıyı, tek başınalığı.

Güzel bi şehir Paris, metroları hariç. Temiz değil, bakımlı değil metrolar. Ama çoğu parizyen otobüsleri kullanmayı öneriyor zaten. Hatları, aktarmaları öğrenmek metroyu öğrenmek kadar kolay değil elbet. Ama alışıyor insan diyorlar. Burada yaşamayı tam anlamıyla kabulleneceğim noktada ben de parizyen edasıyla otobüslere binmeye başlayacağım. Takipte kalın otobüs maceramı da anlatacağım bir gün.

Eşyalarını yerleştirmek, odanı temizlemek, okulunun yerini öğrenmekle bitmiyor yerleşme süreci. Bunlar daha ilk etapları aslında. Evime en yakın ‘boulangerie’nin yerini öğrenip her sabah kalkıp taze  bir ‘baguette’  almaya gitmem gerek. Bir de en yakın ‘caviste’I bulup arayı sıcak tutmam, şarabı marketten değil Fransız usulü olarak ordan almam gerek.

Vait buldukça hepsini anlatacağım. Anlattıkça hem burayı sevecek hem İstanbul’u daha da çok özleyeceğim.


‘A bientôt’