Saat 17 sularında biten dersin ardından sınıftan hocayla çıkmışım.
Kaç dakika yürüdük, Avrupa Birliği ve Türkiye hakkında neler anlattı, neler
saydı tam hatırlayamıyorum. Ama bugünün Erasmus'umun son günü olduğunu fark
ettiğimde bir köşebaşında durmuş hala konuşuyorduk. Ne manidar değil mi, bir
köşebaşı? Yolumun Paris'e düşmesi, bu hocanın dersini almaya karar verişim,
onunla ilk tanışmam ve son kez vedalaşmamız; hepsi bir köşebaşında başladı, bir
köşebaşında bitti. Yollarımızın, hayatlarımızın birkaç aylığına kesiştiği bir
köşe başında...
Evet bugün SciencesPo'nun kapısından son kez çıkmışım. Hiç fark
etmedim ne ara çıktım, ne ara uzaklaştım binadan, ne hızlı geçti bugün ve bunun
gibi pekçok gün. Veda ettim bugün pekçok yeni arkadaşıma. Kütüphaneye son kez
girdim, son kez son paper'larımı hazırlamak adına kitaplar ödünç aldım. Son
adımlarımı attım bahçede, son kez bizim kantinin klasikleşmiş sandviçlerinden
yedim, kahvesinden içtim. Belki bi gün gelirim yine, kim bilir? Ama şimdilik,
bi sürelik, bi molalık her şey son kezdi.
Şimdi bu yazıyı okuyan bazı kişiler benim Erasmus'a gelmek üzere
onlara veda ettiğim güne döndü, biliyorum. 'Ne çabuk geçti, daha geçenlerde
paylaşmıştı ilk fotoğrafını sanki' diyeceksiniz, onu da biliyorum. Çok çabuk
geçti, haklısınız. Ben yaşadım, her anını her saniyesini. Upuzun bi 3buçuk ay
vadesiydi ömrümün. Ama öyle kısa geldi ki. Neşesi hüznü onlar ayrı. Ama hayat
hızlı geçiyor be insan. sadece 50sini devirenlere yakışmıyormuş bu laf. Daha
20lerimizdeyken yapıştı ağzımıza baksana. Yapışsın, bize de yakışır. Farkında
olur, her anımızın tadını çıkarırsak hızlı da geçse yakışır bize bu ömür.
50'me kadar beklemektense 20'de fark etmem hoşuma da gitti aslında.
30 sene kurtardık desenize. Şimdi keyif vakti; mutluluğa, güzelliğe doymaya
çabalamanın, doya doya yaşayabilmenin vakti.
'Et voilà!'
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder